Yazılarımı okuduktan sonra yorum yapmayacak olsan bile yazımın hemen altındaki "okundu" butonunu işaretle olur mu :)

29 Temmuz 2015 Çarşamba

Saçmamaçsız Mim :D

Çok sevdiğim blogger arkadaşlarımdan birisi olan Sıla mim yapmış ve beni de mimlemiş :) Bol bol mim yapıyorum biliyorum ama mazur görün; düzgünce blog yazmaya başlamadan önce elimin ısınması lazım :))
Sıla'nın mim yazısı için tık tık
Sıla'nın bloğu için tık tık
1 ) Odanızda veya evinizde orada olduğunu unuttuğunuz bir nesne bulun Bu  nesne ile bir anınız var mı?
Masamın çekmecesinde 3D sinema gözlüklerim var. Normalde sinemalarda emaneten alınan 3D gözlükleri artık sinemalar halka satmaya başladı. Satın alıyorsun ve her sinemaya gideceğinde yanında götürüyorsun. Valla anı bulamadım ama yaa :/ Tek bildiğim o gözlükleri 2 defadan fazla kullanmadığım çünkü 1.5 senedir üniversite sınavı yüzünden sosyal hayatım 0'a yakındı.

2 ) Aklınıza gelen soğuk bir espriyi yazın . Eğer aklınıza gelmiyorsa 2-3 kelime saçmalayın.
Sıla, kitap hakkında bir espiri yapınca benim aklıma da kitap hakkında bir espiri geldi.
Nefes kesici bir roman yazdım, ilk okurum öldü :D

3 ) Yine aklınıza gelen biri ya da nesnenin adı ile akrostiş yazın ama yazdığınız akrostiş az ya da çok o şey veya kişi ile ilgili olsun.
Melodi ve sözlerin birleşmesiyle oluşan bir şölen
Üzüldüğümde, mutlu olduğumda, sinirlerim bozuk olduğunda,
Zorluklarla karşılaştığımda ya da sadece güne hazırlanırken bile
İlk başvurduğum sensin
Kulaklarımın ve zihnimin besinisin müziğim benim :P :D

Sonlara doğru saçmaladım biraz ama neyse :D

4 ) Seni kim mimlediyse şimdi onun blogunu -sitesini- açıyorsun ve onun bu soruya verdiği cevaptan ilginç bir kelime seçiyorsun . Ve döngünün devam etmesi için yine ilginç uzun ve saçma bir cümle kuruyorsun . Lütfen ben bir kuş gördüm .Yada bizim evde oyuncak ayı var gibi cümleler olmasın olabildiğince uzun ve saçma cümleler olsun . Hadi saçmalama potansiyeliniz görelim :D
Seçtiğim kelime: Karahindiba
Uzaydaki evimin bahçesine diktiğim karahinbalarımı yolan bahçıvanı kovduğum gün dünya yolunda karşılaştığım teyzenin uzay mekiğinin egzozundan çıkan kızartma yağı kokusu bluzuma sindiği için jüpiter gibi uzak bir gezegene telefonumu ve ketılımı almadan gelemem.
Oldu herhalde :D

Bittiiii :)
Daha önce yorum yapmadığım bir blogger'ı mimleyeyim bakayım ama hiç yorum yapmadığım ama takip ettiğim bir blogger var mı emin değilim.
Veee aramalarım sonucunda bulamadım öyle birini :( Ben Burcu'yu mimliyorum. Şuan Japonya'da olması lazım(epeydir blog okumayınca onu da takip edemedim :( ) Müsait olduğunda yapar umarımm :)
Burcu'nun bloğu için tık tık

Öyle İşteee :))

26 Temmuz 2015 Pazar

Ben Küçükken -Mim-

Deep'in beni ne zamanalarda mimlediği mimi nihayet yazabiliyorum. Kusura bakma Deep.
Deep'in bloğu için tık tık
Küçükken Ay Savaşçısı animesindeki Chibiusa olmak için kuzenimle kavga ederdim. Tabi o başka şehirde yaşadığı için onun olmadığı bütün zamanlarda da hep Chibiusa ben olduğum için o buradayken de ben olurdum :D (Chibiusa görseldeki karakter :) )
Bana küçüklüğümden beri karga derler; iki sebepten dolayı. İlk sebep: Parlak eşyaları çok sevdiğim için. Kaybolan takılar falan hep benim dolabımdan çıkarmış. Hatırlıyorum hatta, yüzükler parmaklarıma büyük geldiği için barbielerime taç yapardım onları :D İkinci sebepse çok şarkı söylemem. "Lay lay lay laaaaaa" tarzı şarkılar. E yani küçük çocuğum sesim ne kadar güzel olabilirse :D
Küçükken birkaç lakabım daha vardı: Kıvırcık marul, portakal çiçeği. Kıvırcık marul: Saçlarım kıvırcıktı anlaşılacağı üzere :D Tabi ben saç bağlatmayı falan hiç sevmezmişim, saçlarım darmadağın gezermişim. Portakal çiçeği: Bu lakabı halam söylermiş bana, sebebini bilmiyorum.
Küçükken hiç yerimde durmazdım; hiperaktifmişim bir nevi. Bebekken bile uykumda hareket edermişim, annemgil korkarlarmış bu durumdan :D Bir sürü dikiş izim var bu denli hiperaktifliğimin hediyesi olarak. Tabi şuan biraz duruldum hatta baya duruldum.
4 yaşımdan beri resim yapıyorum. Küçükken annemin günlüğüne resim çizerdim hep.
Küçükken annemin eşarbını koklayarak uyurdum.
Küçükken yüzme bildiğimi sanırdım. Arkadaşlarıma "Ben yüzme biliyorum. Yüzmek çok kolay zaten. Baak" der ve halının üstüne yüz üstü yatar kulaç atar, çırpınırdım.
Küçükken domatesi çok severdim ve domatesli her şeyi de, özellikle ketçapı. Her şeye ketçap döker yerdim.
Küçükken hep erkeklerle arkadaş olurdum çünkü kızlar sürekli ağlayıp, sızlanıp, mızıkçılık yaparlardı. Ayrıca erkekler sözümü dinliyorlardı; o zamandan beri emir vermeyi severim :D

Her zaman yaptığım gibi Şeyma ve Sıla'yı mimliyorum. Onlar mimlenmemişti sanırım :))
Şeyma'nın bloğu için tık tık
Sıla'nın bloğu için tık tık 

Öyle iştee :))

Hayatı Öğreniyorum: Akrabalık İlişkileri


Küçükken izlediğim çizgi dizilerden birisiydi Afacan Louie. Dışarı çıkma imkanı olmayan bir çocuk olarak hemen hemen bütün bölümlerini yüzlerce defa izlemişimdir. Yukarıda izlediğiniz ya da izlemek üzere olduğunuz bölümü çok severdim ama bir türlü mana veremezdim. Bölümde Şükran Günü için Louie'nin ailesinin evinde davet veriliyor ve akrabalık ilişkilerine değiniliyor. Herkes birbirine küs; kimse birbiriyle konuşmak hatta görüşmek istemiyor. Yaşım büyüdükçe çevremi daha iyi sorguluyabiliyor ve anlayabiliyorum. Ne kadar ben küçükken herkesin birbiriyle iyi anlaştığını düşünsem de büyüdükçe görüyorum akrabalık ilişkilerinin aslında Louie'nin akrabalarınınkinden çok da farklı olmadığını. Nasıl ve neden bu hale geliyor insanlar? Birbirlerini sevmedikleri için mi? Belki. Kıskançlıklarından dolayı mı? Olabilir. Farklı görüşlere saygı duyamadıkları için mi? Kesinlikle. Uzun süredir görüşmediğim akrabalarımla(sınav senesi yüzünden) bayram ve sonrası oldukça sık görüşmeye başladım. Yetişkinler bir kısmı hariç daha çok yaşıtlarımla görüşmekten de memnunum: ne kadar hepimiz 15-20 yaş aralığında bulunsak da yetişkinlerden daha olgunmuşuz gibi geliyor çünkü birbirimizin farklı düşüncelerine saygı duyuyoruz. Evet, hepimiz insanları daha çok sorguladığımız ve tanımaya çalıştığımız yaşlardayız ama en azından tanımaya çalışıyoruz, yetişkinleri eleştirdiğimiz zamanların dışında hiçbir konu da olanları kestirip atmıyoruz. Umarım değişen ve değişecek huylarımız arasında sabit kalabilecek olan bir huy olur saygı.
---------------------------------------------
Epeydir ne yazı yazıyorum ne de blog okuyorum. Ramazan'ın etkisini üstümden atamadan pek çok şey yaptığım için ihmal edilen yerlerden birisi de bloğum oldu. Affedin. Aklımda bir ton şey var, yavaş yavaş yazmaya çalışacağım. Kendinize iyi bakın :)

Öyle işte ^^

12 Temmuz 2015 Pazar

"Hayattan Beklentiniz Ne?"(video)

Kendimiz için biraz oturup düşünmemiz gerek...

Resmi İlişkiler ve Mezunlar İftarı

Bir ortama girildiğinde aramızda resmi bir ilişki bulunan kimselerle karşılaşınca selam vermek... Selam vermek için baktığımda karşıdaki bakmıyor ya da ben bakmadığımda o selam vermek için bakıyor ya da ben selam veriyorum o bakarken ama o kişi suratını çeviriyor ya da nasıl olsa selam vermez diye ben bakıp tam yüzümü çevirirken selam verdiğini görünce berbat hissediyorum. Evet, bunların hepsini tekrar tekrar yaşadım, yaşamaya devam ediyorum ve bütün hepsinden de nefret ediyorum. Bugün okulumun mezunlar iftarındaydım. Çok samimi olmadığım hocalarımla karşılaştım, çok samimi olmadığım tanıdıklarla karşılaştım(alt sınıftan kişilerde vardı. Mezun olmamış kişilerin gelmesine de ayrıca mana veremedim.). Hepsiyle de kısır döngü gibi bu problemi yaşadım. Selam vermek zorunda kalmamak için etrafımdakileri görmemezlikten geldiğimde inatla yüzüme baktıklarındaysa sinirim bozuldu, sanki yeni farketmişim gibi "Aaa, merhaba. Nasılsın?" falan filan. Eskiden resmi ilişkileri daha çok seviyordum çünkü insanların arasında belli bir mesafeyi koruduğunu düşünüyordum ama açıkçası şuan resmi ilişkilerden nefret ediyorum. İnsanlar samimi olmadığı hatta hiç sevmedikleri insanlarla karşılaştıkları anda "Ah canım, nasılsın? Geçen başına şöyle şeyler gelmiş, geçmiş olsun." moduna giriyorlar. Sevmiyorum işteeee!!! Hatta normaldeki düşüncelerini bildiğim insanların gözümün önünde tavır değişimlerine şahit olunca o kişilere de çok sinirleniyorum. Sevmiyorsan belli et işte. OFF!!!
Aslında gitmeyecektim bu iftara ama yakın bir arkadaşım(belki de sadece yakın sanıyordum) çok ısrar etti gelmem için ve bende kabul ettim. Sanıyordum ki sadece ikimiz takılacaktık ama benim gıcık olduğum onun yakın arkadaşı olan kız da beraberinde olunca akşamın keyfi falan çıkmadı. Sırf saçma sapan muhabbetlerden kurtulabilmek için iftarı yapıp ayrıldım o ortamdan. Zaten görmeye bile tahammül edemediğim iki kişi daha oradaydı(ikisini de farklı sebeplerden dolayı görmek istemiyorum: birisi saçma sapan bir nedenden dolayı kavga ettiğim arkadaşım(ki aramızın açılmasını istediğini açık açık suratıma söyledi), diğeri de sebepsiz yere aramıza mesafe koyan ama bir sürü ortak noktamız olan hatta konuştuğum zamanda da samimi olduğum başka bir arkadaşım.). Resmen yemek yerken ellerim titriyordu, ortamda o kadar bulunmak istemiyordum yani...
Gitmemek daha hayırlı olurmuş sanırım benim için. Muhtemelen gelecek yılki yemeğe katılmayacağım. Görmek istemediğim insanlar kendi hallerinde ne yaparlarsa yapsınlar, I'M OUT!!!(BEN YOKUM!!!)
(Kendisi de şarkı sözleri de hatta özellikle klipleri de çok abzürt olsa da Nicki Minaj'ın şarkıları ister istemez çekiyor beni. Bu da Mayıs'dan beri favorim şarkısı.)
Bu arada "Night is still young so are we(Gece daha genç, bizde öyle)" sözlerinden hareketle gidip bir spor yapayım sahur yaklaşmadan. Hadi iyi bakın kendinize, bozmayalım sinirlerimizi :)

Öyle İşte~~

11 Temmuz 2015 Cumartesi

İstanbul Seni Hapsetmiş :)

(Bu şarkıyı İstanbul'dayken radyoda dinlemiştim o sebeple ekledim. Ne kadar aynı sözleri tekrar edip dursa da güzel şarkı, seviyorum ben :) )
Bu aralar ihmal ettim bloğu evet ama inanın kafam o kadar dolu ve meşgul ki. Mümkün olduğunca uğramaya çalışıyorum buralara. Blog okumayı da çok ihmal ettim. Geleceğim merak etmeyin ^^
İstanbul'a ilk kez gittim ve bu olay 17 yaşımda oldu olaya bak :D Neysem efendim ilk izlenimlerimi ve birkaç resmi paylaşacağım. Bu arada şuan sadece Üsküdar, Kadıköy'de biraz dolaştım. Avrupa yakasında ise tamamen yarım yamalak bir turlama yaptım. Ha bir de Eminönü'ne gittim ama Mısır Çarşı'sı kapalı olunca gezesimiz gelmedi :/
İzlenimlerim:
- Şehrin girişinde bizi karşılayan yük gemileri ve fabrikalar o kadar rahatsız hissettirdi ki beni. Çok sinir bozucu geliyor bu denli fazla fabrika, umarım birisi bu olaya bir çözüm getirir. 
- Bir kere bir dönüşü kaçırdın mı başka dönüş bulamayıp amacından tamamen alakasız bir yere gidebiliyorsun ve asıl istediğin yere gitmen bu yüzden çok uzun sürüyor. İstanbul'da insanlar motosiklet veya bisiklet kullanmıyorsa bence ulaşım çok sıkıntılı(A-aa biz bilmiyorduk demeyin, ilk defa gidiyorum ve bana farklı gelenleri paylaşma niyetindeyim.)
- Şehir o denli kalabalık ki insanlar üstüste. Çok ilginç ve hoş mekanları, yerleri hatta sokakları var tamam ama uzun süreli yaşamak baya bir problemmiş gibi hissettirdi.
- Ürünler(her yerde böyle olmayabilir) çok gereksiz pahalı; özellikle meyveler. 8 liraya kayısı mı olur arkadaş?!?! Hani her yerde var kazıkçı esnaf ama İstanbul da ki esnaf kudurmuş yani.
- Semtten semte geçmek şehirden şehre geçmek gibi çünkü hem yol uzun hem de o kadar farklı ki semtler. Bir semt öğrenci ve orta halli insanlarla doluyken bir semt aşırı zenginlerle dolu olabiliyor. Oldukça farklı geldi bana bu durum. 
- Vapur harika bir şey. Zaten oldum olası denizin üstünde giden bütün araçlara ilgi duymuşumdur.
- Balık ekmek yedim Beylerbeyi'nde Yakamoz diye bir restorantta. Çok sevdim o restorantı da bu arada :) Aşağıda da resmi var.
-Çengelköy'de İskele Çınaraltı Çay Bahçesi'ne girdik ve bin pişman olduk resmen. Adamlar göz göre 25 liralık dondurmayı 60 liraya vermeye çalıştılar, bari dondurma normalin üstünde bir kalitede olsaydı ama normalin altında bir kalitesi vardı sadesi dışındaki dondurmalarının.  Babam gıcık oldu adamlara "Böyle üç kağıtçıyla uğraşmaya, sinirlere bozmaya değmez" dedi ve geçti ama sinir olduk hepimiz yinede. Servisi de çok kötüydü. Lokma tatlısı da istemiştik tatlıyı poşetle getirdiler, kalanı yanınızda götürürsünüz falan dediler. Çatal dahi yoktu, kürdan getirmişler. Saçma sapan bir yerdi. Sadece boğaz manzarası vardı...
- Kadıköy'de bir şeyle karşılaştım ve çok güldüm. Arabalar tramvay yolundan gidiyorlardı. Hatta tramvay önde arabalar arkada o kadar çok karşılaştım ki bir türlü denk getirip resmini çekemedim. Ama tramvay yolunda bir taksi yakaladım :)
-Çok ilginç yabancı seyahat gemileri vardı. Onlardan birisini çektim sizin için ^^ (Sağ tarafa odaklanın lütfen :D )
- İstanbul' benim açımdan özet geçmek gerekirse oldukça karışık ve işlek bir tatil şehri. Hem deniz ve fırsatçı esnaf var hem de büyük büyük iş merkezleri ve fabrikalar var.
Bir daha ki gidişimde daha ilginç bir şeyler görebilmeyi diliyorum. Mesela sokak şarkıcısı olabilir ya da Kore restorantlarından birine gidebilirim umarım :)

Öyle işte ^^
Edit: İskele Çınaraltı Çay Bajçesi'ni "Tarihi" Çınaraltı Çay Bahçesi olarak yazmışım. Doğrusu "İskele"

1 Temmuz 2015 Çarşamba

#2 Üniversite Sınavına Hazırlananlar için Tavsiyeler

Bu seriyi yazma isteğim tamamen kaçtığı için sadece kısa özet birkaç tavsiye verip bitirmeyi düşündüm. Gerek yok fazla ayrıntılı yazmaya.
-Kesinlikle unutmamanız gereken bir şey var: Kendinizi başkalarıyla karşılaştırmayın ve SAKIN HA kendinizi küçümsemeyin. Diğerlerinin şartlarıyla sizin şartlarınız aynı değil aklınızdan çıkarmayın. Sizin yaşadıklarınızın aynısını aynı şekilde kimse yaşayamaz.
-Kendinize adam gibi ders programı hazırlayın. Abartılı bir program olmamasına dikkat edin. Hazırladığın programa 1 gün deneme süresi verin, sonucuna göre devam edin ya da programınızdaki değişiklikler yapın.
-Etrafınızda çalışmalarıyla övünen vıdıvıdıcıları umursamayın.
-Başarılı olup da çalışmadığını söyleyenlerin yalan söylediklerini SAKIN unutmayın.
-Kendinize hedef belirlemeniz çalışmanızı kolaylaştırır ve azminizi arttırır.
-Asıl odaklanmanız gerekenin kazanacağınız bölüm olması gerektiğini unutmayın. Pek çok sorun yaşamanız olası ama sorunları gerekirse görmemezlikten gelin. Adınız sorumsuza çıkacak olsa bile.
-Aşk meşk olaylarına dallanıp budaklanmayın, dikkatinizi dağıtmayın.
-Masa başında çalışmakta zorlanıyorsanız bütün işlerinizi masa başına taşıyarak masada oturmaya alıştırın kendinizi. Telefon oynayacak olsanız bile masa başında oynayın.
-Psikolojinize destek olmayı unutmayın. Sizin rahatlatan uğraşlara da vakit ayırın. Mutlu olduğunuz uğraşlarla uğraşmayı vakit kaybı olarak görmeyin.
-Okuduğunuzu anlamanızı geliştirmek için kitap okuyun ama basit kitaplar değil; denemeler, klasikler okuyun.
-Özellikle ygs de ciddi süre sorunu yaşanıyor. Bu sebeple kronometreyle süre tutarak test çözün.
-Sinirinizi bozan insanlardan uzaklaşmaya çalışın. Uzaklaşamıyorsanız duymamazlıktan gelin. Durumlara göre farklı çözümler üretebilirsiniz.
-Sinirlenmeniz, üzülmeniz sizi ders çalışmaya daha çok yakınlaştırsın; uzaklaştırmasın.
-Problemlerinizi anlatabileceğiniz birisi olsun; içinizde biriktirmeyin.
-"yetişiremeyeceğim", "ben zaten bu dersi sevmiyorum/anlamıyorum/yapamıyorum", "bu dersin hocasına gıcığım bu yüzden çalışmayacağım" gibi düşünceleri kafanızdan atın. Bunlar emin olun en büyük ayak bağlarıdır.
-Ders çalışmaktan zevk almaya çalışın, gerekirse müzik dinleyerek çalışın dersinizi.
-İnsanların size "müzik dinleyerek ders mi çalışılır?" tarzı sözlerini takmayın; herkesin farklı çalışma teknikleri vardır.
-Her şeye rağmen mutlu ve özgüvenli olmaya çalışın.

Aklıma gelenler bunlar, ekstra bir şey ekleme ihtiyacı duyarsam bu seriye bir yazı daha ekleyebilirim. Hadi kendinize iyi bakın. Sınav adaylarına şimdide  başarılar!!! Danışmak istediğiniz bir şey olursa yorumla yazabilirsiniz ^^