Yazılarımı okuduktan sonra yorum yapmayacak olsan bile yazımın hemen altındaki "okundu" butonunu işaretle olur mu :)

27 Kasım 2014 Perşembe

Zen Mutfakta ^.^ #3 -Fıstık Ezmeli Kurabiye(Martha Stewart'ın Tarifi)-



 (Büyük tabak bizim evin halkına, küçük tabak komşuyaa :) )
Uzun süredir yazmıyorum biliyorum ama bu sene için kendime blog konusunda baskı yapmamaya karar verdim hem okumak hem de yazmak konusunda. Tabi bazen sıkıldıkça blog okuyup keyifleniyorum ama çok sık yapamıyorum bunu da maalesef :/
Kasım ayındayız malum. Daha önce balkabaklı turta denemiştim hüsran olmuştu ama fıstık ezmeli kurabiyem bir harika oldu :) Sonbaharın son günlerini yaşarken(hatta buraya kış geldi, 2 gün gün önce nasıl kar yağdı inanamazsınız) gönül isterdi ki elmalı turta da yapalım ama o da kış sıcaklığında kışın herhangi bir gününde olacak gibi :) 
Şimdiye kadar 2 tarif denedim bu kurabiye için ve Martha Teyzemizin tarifi en güzeliydi bencee :) (Orjinal tarif için tık tık ) Önceki tarifimi beğenenlerde olmuştu ama o tarif beni tatmin etmemişti. Bu tarifi deneyip tattığımda "Evet dostum, bu hayalimdeki lezzet!" dedim :D Nasıl reklam yaptım ama :D İşin şakasını geçersek, tarif gerçekten lezzetli ve çok da kolay :) Tarife geçelim o zaman ^^

Malzemeler(Martha'nın tarinden birkaç değişiklik yaptım çünkü onun tarifi çok yağlı. Ben yiyememki öyle olursa :D ) :
- 4 yemek kaşığı tereyağ(Asıl tarifte 8, benim yaptığımda 3 yemek kaşığı kullanılıyor ama ben ortalam bir insana göre 4 yazdım :D )
- 3/4 su bardağı fıstık ezmesi(isterseniz devirin bir kavanozun tamamını *nam namm*)(Calve fıstık ezmesini kullandım ben(daha önce bu fıstık ezmesine aşkımı ilan etmiştim bloğumda :D O yazım için tık tık ) Kullandığım fısıtk ezmesinin resmi için tık tık)
- 3/4 su bardağı şeker(şimdi Martha Teyzemiz esmer şeker yazmış ama sen git bul esmer toz şekeri, hem bulsanda pahalı. Değmez yanii :D )
- 1 yumurta
- Vanilya(Dr. Oetker Vanilya Extrası(resmi için tık tık )'ndan 2-3 damla yeter ya da 1 paket vanilin de olur.)
- 1 su bardağı un
- Yarım çay kaşığından biraz fazla kabartma tozu
Not: 2,5 yemek kaşığı yulaf ezmesi ekledim, o da çok güzel oldu. Yulaf ezmesizde denemiştim. Her türlü çok lezzetlii :) 
Yapılışı:(Mazelerin hepsinin oda ısısında olmasına dikkat edin)
- Fırını 200 derecede ısıt(Şimdi Martha teyzemiz sanırım Fahrenheit'a göre 350 derece yazmış. Ben bunu Celcius'a çevirince 179-180 gibi birşey çıktı ama o da çok düşük ısı kalıyor. Siz iyisimi 200 derece yapın onu :) )
- Şeker, tereyağ ve fıstık ezmesini geniş bir kasede yoğur. Tereyağı görünmeyene ve karışım iyice birbirine geçene kadar yoğurmaya devam et.
- Yumurta ve vanilyayı ekle, yoğurmaya devam et.
- Başka bir kapta un ve kabartma tozunu(kullanacaksanız yulaf ezmesini) karıştır. Sonra diğer karışımla birleştirip homojen oluncaya(tamamen karışıncaya) kadar yoğur.
- Hamurdan parçalar koparıp elinizde yuvarlamadan önce yanınıza bir tabakta su hazırlayın, her alacağınız parçadan önce elinizi suya daldırın böylelikle elinize yapışmaz. Parçaları çok büyük almayın, ayrıca tepside de çok yakın dizmeyin pişerken yayılıyorlar. 
- Üzerine çatalla iz yapmak istiyorsanız aynı yuvarlama faslındaki gibi çatalı suya daldırarak iz yapın. İzler belirgin olsun istiyorsanız biraz daha belirgin basın :D
- 18-20 dakika pişir(yine de arada kontrol edin, üstü kızarıncaya kadar.)

 
Bu kadaar :) Afiyet olsun :))

Bir ara size Martha Teyze sevgimden bahsedeyim :D


Öyle İşte ^^

31 Ekim 2014 Cuma

-Okulda Yazılan Yazı-

(Her mevsimi zamanında severim derim ya hep; şu aralar sonbahar nasıl iyi hissettiriyor beni anlatamam. Yağmurun yağması, loş ve serin hava... Bu resme bakınca da aklıma sonbahar geliyor, hani kuru dallar falan var ya :)) )
Saat 12:12 Birisi beni düşünüyor galiba :D
Dün melankolik bir yazı yazarken bugün tam zıttı neşeliyim :) Dün de yine bunun gibi bir okulda yazılan yazı yazdım ama sadece yazmakla kaldım çünkü yayınlamak istemedim. Dün akşam etüte kalmadım ve spor salonuna gittim; spor yapıp rahatladım, spor yaparken de tv deki komedi dizisini izledim bol bol güldüm. Anlayacağınız bol bol eğlendim. Eve geldiğimde zaten yorgun olduğum için uyudum ve saat 5.40 gibi kendiliğimden uyandım. Okul saatime kadar (yaklaşık 2 saat) test çözdüm. Şu son iki günde kendimdeki ani değişim beni nasıl mutlu etti anlatamam. Pek çok ders çıkardım kendime. Anlayacağınız mutluyum şuan hem de uzun zamandır olmadığım kadar :) Daha açıklayıcı bir yazı yazarım size ama şimdilik okulda olmam ve telefonda yazıyor olmam önümdeki küçük bir engel ^^
Hadi kendinize iyi bakın, kaçtım ben :)
Öyle işte :))

21 Ekim 2014 Salı

Hunharca Gülelim Lütfen :D

 (Bu adamın gülme giflerinin hastasıyım yaaa :D Nicolas Cage'in kahkahası kalp ben :D )
(Birde ne farkettim biliyor musunuz? Canım çok sıkıldığında ya da sıkıla yazdığında böyle kahkaha atınca sinirlerim düzeliyor keyfim yerine geliyor. Hatta sırf böyle boş boş güldüğüm bir arkadaşım var :D En çokta fizik dersinden önce işe yarıyor bende :D (Yeni fizikçinin dersleri biraz iç bayıcı da) )
Kaç haftadır takıntılı takıntılı hallerdeyim; bazen bir eşyaya takıyorum kafamı bazen birine bazen bir olaya. Pek kısa sürmüyor bu takıntılı hallerim ama olsun ki ben kendimi böyle de seviyorum :D
Sonracıma 2 gündür(cumartesi kursunu da sayarsak 3 gündür) okula gitmiyorum. Cumartesi düğün, dün doktora randevum vardı bugün de sanırım hastalığa randevum vardı; ceset gibi yattım bütün gün. Yarın okula gidip deneme sınavı olacağım bir de aperatif olarak hocalara hesap vereceğim gelmediğim günler için hihihi çok atraksiyonlu şu aralar hayatım sormayın gitsin. Birde hazır şu doktor randevumdan bahsetmişken: 2 ay önce romatolojiye randevu aldık(anlaşıldığı üzere randevuyu 2 ay sonraya verdiler -.-") Göz kuruluğu var ya hani bende, göz doktorum "belki romatizmal bir problemdir" dedi ve yolladı beni :D Hastanede ne oldu peki? İsmimi bulamadılar kayıtlarda :D Ağlayacaktım sinirden resmen hem okula gidemedim hem de muayene olamayacağım diye :D İsmimi Mehmet diye yazmışlar, T.C. no doğru ama isim yanlış huhohuhohuhoaağğğ :D Üstelik ben küçükken o hastanede ameliyat olmuşum yani ismimde kayıtlı hastaneye :D Birde randevu sekreteri bir çirkef çıktı, telefonda veznedeki kadınla kavga etti :D neyse güç bela sırayı aldık ve gittik doktorun yanına peki orada ne oldu? Doktor resmen pc de ki hazır sorularla bana anket doldurttu ve dedi ki "Sadece semptomlardan göz kuruluğu var. Muhtemelen bir şey çıkmayacak ama ben bir kan testi yazıyorum" dedi. Muayenehaneden çıktıktan sonra babamla verdiğimiz karar şu oldu "bu kadının yaptığı doktorluksa biz de doktorluk yapabiliriz hem de tıp okumadan" :D Hayır yapacağı 2 dakikalık dandik iş için bir de 2 ay sonraya randevu vermeleri ve benim bu saçmalık için okula gitmemiş olmam nasıl sinirimi bozuyor anlatamam.
Of şu okula gidememe olayı iyice tırlatmama neden olacak sanırım. Hayır, hocaların benim çooook yüksekler kazanacağımı beklediklerini pek sanmıyorum(ben kendimden umutlu olsam da) ama buna rağmen deli gibi hesap sormuyorlar mı arkadaş, iyice gıcık oluyorum -.-"
Neyse ben telefonumun düğün dernekle dolan hafızasını bilgisayara boşaltıp gidip test çözeyim. Görüşürüüüüüzzz~~ :)


Öyle işte :)

10 Ekim 2014 Cuma

# Sınav Günlükleri #

Sıla ile beraber karar aldık ve "Sınav Günlüğü" yazmaya karar verdik. (Sıla'nın bloğu için tık tık ) Bu günlükte; sınav sürecinde yaşadıklarımızı anlatmayı planlıyoruz. Aynı zamanda ben motive edici sözler yazmayı da düşünüyorum çünkü sonra açıp okuduğumda beni mot,ve etsin de istiyorum açıkçası :) Deneyimlerimi yazmak istiyorum özellikle çünkü bu stresli zamanda eminim pek çok deneyim elde ediyorum, edeceğim. İşte bu etkinliğimiz sayesinde de (muhtemelen ileriki zamanlarda paylaşırız yazdıklarımızı) deneyimlerimiz havada kalmamış olacak :)
Defterim Sıla'nın ki gibi el emeği olmadı maalesef ama en azından çok beğenerek aldığım ama kullanamadığım içinde dolabımda kalan defterimi değerlendirmiş oldum :) Ben de ilk sayfasını süsledim hem :D
Neyse ben günlüğümün resmini ve daha tapatazecik yazdığım ilk yazısından bir sözü de sizinle paylaşmak istiyorum :)
Not: Sınav günlüğüm hakkındaki paylaşımlarımı yukarıdaki " # Sınav Günlüğüm # "  sekmesinde bulabilirsiniz ^^ (Ayrıca okul yazıları sekemsinde de bulabilirsiniz ama yine de özel sekme açtım ben :) )
İşte defterim ^^
 Defterimin ilk sayfası:
 İlk yazımın sonuna yazdığım bir söz:

 Öyle işte :)

7 Ekim 2014 Salı

Sana Birkaç Kelime Veriyorum - Mim

Şeymacım beni mimlemiş :)) Sağol canım, nihayet yapabildim bu mimi :)
Şeyma'nın bloğu için tık tık
Ben de her zamanki gibi Sıla'yı mimliyorum. Sıla bıktıysan söyle bak bir daha mimlemem ama sen de yaz istiyorum bence bu mim tam senlik :D
Sıla'nın bloğu için tık tık
Mimimiz şöyle: Aşağıdaki kelimeleri kullanarak bir yazı ya da şiir yazacağız :) Ben tabii hikaye yazdım, şiire pek yeteneğim yoktur çünkü :D
Kelimelerimiz:
 -Pipo, yelpaze, cahil, yastık kılıfı, sakızlı muhallebi, ehliyet ve PSY

20. yüzyılın sonlarıydı, beyefendilik sıfatının giderek yok olduğu o yüzyıl. Muzaffer Bey de bu son beyefendilerdendi. Üzerinde gösterişli siyah redingotu, elinde Amerikalı denizci eski bir dostunun hediyesi PİPOSU ve süslü bastonu. 65 yaşlarındaki bu beyefendi giderek CAHİLleşen ve bir o kadarda bayağılaşan gençlerin dolup taştığı sokakta özgüvenli adımlarla yürüyordu. Her zamanki gibi sürekli kendi kendine konuşuyor, sokakta gördüğü insanlar hakkında kinayeli sözler söyleyerek kendince eğleniyordu. Kimisinin elbisesine YASTIK KILIFI, kimisinin saçına çalı diyordu. Hele yeni çıkan cep telefonunun ne kadar lüzumlu(!) bir icat olduğu hakkında da bir iki kelime geveliyordu. Gerçek Edebiyatçılar Derneği'nde arkadaşlarıyla buluşmaya gidiyordu. Emekliliği başladığı zamanlarda keşfettiği bu dernek hayatta zevk aldığı nadir uğraşlarındandı; bir de yemek yapmak vardı. Eşi Seyyide Hanım'ın vefatından sonra tek başına kalınca zorla öğrenip sonra sonra arkadaşı Seyfettin Beyle eğlenceli hale getirmişti yemek yapmayı. Yolda geçerken Seyfettin Bey'in muhallebicisine uğrayıp SAKIZLI MUHALLEBİSİni de yedi ve tekrar yoluna devam etti. Derneğe gideceğinde buluşma saatinden hep bir saat erken çıkardı yola; gezinti tadında yürüyüşler yapmayı seviyordu. Bugünkü gezintili yürüyüşünü de tamamlamıştı sonunda çünkü derneğe varmıştı. İçeri girdiğinde kendini dışarıdaki nahoş insanlardan soyutlanmış ve nihayet elit bir yere varabilmiş hissetti. YELPAZEli zarif giyinmiş(yaklaşık kendi yaşlarında) hanımefendiler, kendi gibi şık giyimli beyefendiler hoşbeş ediyorlardı. Yanlarına yanaştı ve kendini hoşbeşe dahil etti. Beyefendilik, hanımefendilik sıfatlarının EHLİYET gerektirecek bir yolda olduğundan bahsediyorlardı. Tabi onlar bilmiyorlardı ama centilmenlik, beyefendilik gibi sıfatların pek çoğu ileride PSY gibi ne yaptığını şaşırmış kişilerin ağzında sakız olacaktı. Belki de bunu öngördüler o zamanın halinden ve belki de haklılardı: hanımefendilik ve beyefendilik ehliyet gerektirmeliydi...
-----
Hikayenin sonuna doğru garipleşti olay :D Mazur görün lütfen kelimeleri aynı hikayede kullanmakta çok zorlandım yav :D Ayrıca tabiki hanımefendilik ve beyefendilik olayının ehliyet gerektirdiğini düşünmüyorum ama pek ciddiye alınmadığını görüncede üzülüyorum. Bu ne laubalilik yahu v.v :D (Bunu okuyanda beni ingiliz asilzadesi sanacak :D )

Öyle işte :))

30 Eylül 2014 Salı

"I hate myself for loving you~~"


Bıktıııııım!!! Bir sürü şeyden hemde! Kulaklığımın bozuk
olması da daha da sinirimi bozuyor! Şimdi birkaç replay den sonra ders
çalışmaya gideceğim. Bana sabır ve azim dileyin lütfen, çünkü çok ihtiyacım var! Şuan deli gibi bağırmak istiyorum sadece ama biliyorsunuz komşular var onlara üzülüyorum sonra :D Tabi yine de bir kerecik olsun şu şarkıyı bağırarak söylemezsem olmaz :D Hadi kaçtım ben :)) 


Öyle işte -.-
Not: Şeyma ve Deep. Bloglarınızı
okuyacaktım ama okuyamadım. Lütfen affedin beni. Üstümde once baskı var
zaten bir de sizi okuyamadım diye kahrolmak istemiyorum :(

25 Eylül 2014 Perşembe

Kendi Çapında Bir Çemberim :P

(Kaç gündür evde bağıra bağıra şu şarkının nakaratını söylüyorum. Daha doğrusu sadece "AAAAY LOOOV RAKIN ROOOOĞĞL" deyip ağzımla gitar sesi yapabiliyorum :D ) 
(Sılacığım yakında senin başlıklarını da geçeceğim sanırım :D )
Eveet nihayet bloğun başına adamakıllı geçebildim. Şu 2 hafta bile beni öyle yıpratmış gibi hissediyorum ki bu yüzden sanki 2 hafta değil 2 aydır yazmamışım gibi hissediyorum. Bu yorgunluğuma nedenler; okuldan bazı kişiler, mevsim geçişlerinin çarpması ayrıca şu sınava hazırlanma merasimi(merasim falan değil yaa, çalışmalarımdan bahsediyorum işte :D ), ha birde son olarak başka problemler de var(sadece varlıklarından söz etmem bile yeterli...). 
Vallahi hayat yoruyor insanı. İnsanlar birbirlerinin tepesine binmekten keyif alıyor, adamakıllı konuşmak yerine gözlerle ima etmeyi seviyorlar. Gel söyle kardeşim, ima etmeye cesaretin varda konuşmaya mı yok! Töbe töbe. Bu sözüm artniyetliler için değil sadece, söylemek istedikleri olupta konuşamayanlara da gelsin -.-" Sanki sadece gözlerden ve fısıltılardan ibaret bazı insanlar...
Mevsim geçişleri öyle bir tokat attıki suratıma valla suratın halen mor(:P) :D Hastayım uleeen, iyileşemedim zaten bir türlü :D Boğazım berbat halde, öksürünce göğüs kafesim ağrıyor :( Gözlerim daha iyi durumda. Doktorumu değiştirdim ve doktorumun dediğine göre gözümdeki kuruluk hissi kuru olduğu için değilmiş, meğer alerjim varmış. O da başka bir ilaç verdi, işe yarıyor gibi :D
Üniversite sınavına hazırlanıyorum cınım ama niyeyse program oturtamadım bir türlü. Yapacağıma inanıyorum ama. Geç oldu şimdi mesela ama az daha test çözüp yatacağım. Zaten etütteydim bugün okulda test çözdüm yani :) Yine de program oturtabilsem daha iyi. Deniyorum işte ^^
Hayat yoruyor diyorum ya; gerçekten yoruyor. Ciddi anlamda kötü olduğum anlarda telkinler veriyorum kendime, birileriyle konuşuyorum ve rahatlıyorum ama yine de sanki eski mutluluğum ve gerçek gülüşüm kalmadı gibi. Ya da belki artık sahte gülmüyorum. Arasındaki ayrımı da yapamaz oldum. Sadece şundan eminim; mecbur kalmadığım sürece kesinlikle insanlara iyi davranmalıyım diye çabalamayacağım. Ne gerek var, sonuçta kimse ona iyi davrandığın için iyi davranmıyor sana öyle değil mi?
(Kolay bir yaşam için dua etme, daha zor olanına dayanmak için kuvvet dile"
 (Doğru söze ne denir :) )
Yazılarımı melankolik bitirmeyi sevmiyorum. Sadece bloğa yazmak için sakladığım kafamdakileri de buraya döktüm ve rahatladım biraz daha. Merak etmeyin, daha umut doluyum :)
 (İnsanın belli sınırları olmalı, başkaları o sınırları aşamamalı.)

Öyle işte :)

16 Eylül 2014 Salı

Şizofrenik O.o

Öncelikle(her zaman olduğu gibi :D ) neden yazamadığımı açıklayayım: Bilgisayarın başına sessiz bir şekilde bir türlü oturamadım. Sessizlik olmadan da biraz saçma yazıyorum maalesef. Her yazmaya oturacağımda ya kardeşlerimle kavga ettim(yazar burada kederli bir şekilde başını sallar) ya da ortam çok gürültülüydü. Kısaca yazamadığım süreçte olan biteni özet geçeyim ve başlıkla alakalı olan yazıma geleyim en iyisi. Okulum, 3 hafta erken açıldı ama sadece 12'ler ve 8'ler için. Bu 3 haftayı çok şükür olaysız, problemsiz geride bıraktım(tabi beni epey yıpratan bir hastalık dönemim oldu. Onun dışında) Sonra okulların asıl açılma tarihi geldi çattı. İlk gün olaysız hatta gayet güzel geçti(açın instagramımdan bakın işte :D ) Taki Çene(bkz. Okul yazılarım :D bilgisayardan yazmıyorum şuan. Yazıyı nasıl tıklanır hâle getirebileceğimi bilmiyorum :D Sekmelerimden bakıverin bir zahmet ;) ) 2. gün  aramıza tekrar katılıncaya kadar... Geometri dersinde sınıftan bir çocuk(Ona Küpe demek istiyorum, çünkü küpe takıyor :D Ayrıca pek alakalı değil ama kendisi sürekli uyuyan ama yine de derslerinde iyi olan birisidir) hocanın sorduğu sorulardan birisini çözdü. Ben de soruda bir yeri atlayıp yanlış yaptı sanarak bir soru sordum ona çözümü hakkında. Meğersem ben yanlış görmüşüm, anlattı sonra da Çene'ye dönüp bir şeyler fısıldaştılar ve dalga geçer gibi güldüler. Bende döndüm ters ters baktım çocuğa. Hayır Çene'yle çok sevmezler birbirlerini ama anlamıyorum bazen bu saçma ittifaklarını. Hayır Küpe ile bir alıp veremediğimde yok üstelik.
Tanı: Ya çok alınganım ya da şizofren -.-" 
Fena değildi bu günümde ama bir de şu ayrıntılara takılıp durmasam dadından yinmeyecek vallaa :D 
Not 1: Sanırım pek çok kişi bloğumda okul yazılarını seviyor daha çok. Alın size okul yazısı :D
Not 2: Yazıyı tabletten yazıyorum, ama kardeşim nedir bu t9 işkencesi! Eziyet yiminlen...
Not 3: Resim ve müzik ekleyemedim yazıya valla tablet özürlüsüyüm yav :S Yazı da renksiz oldu cıks sevmedim ben bu tabletten yazma işini pek. Hızlı ama niteliksiz :/ Blogger teyze bir el at şu uygulamaya. Koca Bloggersın yakışıyor mu hiç ;D

Neyseeee ben test çözmeyeeee :) Yaşasın blog yazmak :D

Öyle işte >.<

6 Eylül 2014 Cumartesi

Depresyon Saçmalığı (*Trompet Efekti* Vıtzırı Vıtzırı Vıt Vıt Vıııııt :D)


 Bloğumun şimdiye kadar ki en saçma başlığını da atmış bulunmaktayım :D
Sabah NTV'de Canım Doktor programında depresyondan bahsediyorlardı. Oldum olası depresyonun ne olduğunu merak etmişimdir. Daha önceki yazdığım bir yazımda depresyonun eşiğinde olduğumu düşünmüşlerdi ama sanmıyorum. O kadar değil. Neyse programda uzman bir psikiyatrist konuşuyordu ve konuşması bitince direk şunu düşündüm "bu doktor işinin ehli" ya da en azından psikolojiden çok iyi anladığı kesin. Düşünün sokaktasınız ve bir tanıdığınızla karşılaşıyorsunuz ama tanıdığınız size selam dahi vermiyor. Hah işte o doktor bu durumu bir sürü duygu süzgecinden geçirerek değerlendirdi. Bu durumda yaşayabileceğiniz hemen hemen bütün duyguları; öfkeden yardım etme ihtiyacına kadar. (Hayır, o doktorun reklamını yapmıyorum :D ) Şok oldum ama dinlerken, gayet açık net bir şekilde ifade edişine daha çok. Ve bu anlattığından sonra dediği şu oldu "Bakın yaşanılan olayda herhangi bir değişim yok ama bir sürü duygu yaşabilirsiniz bu olayla karşılaşınca. Yani hayatta önemli olan ne yaşadığınız değil onları nasıl değerlendirdiğinizdir." Tamamen aynı olmasa da böyle bir şey dedi(bulabilseydim bugünkü programın videosunu keşke). Doktor haklı okurlar. İnsanı depresyona sokan yaşadıkları değil bu olayların karşısında yaptığı değerlendirmedir. Yani birinin size selam vermemesini(doktorun programda yaptığı bir değerlendirme) "belki sorunları vardır ve bakmıştır ama görmemiştir beni, nasıl olduğunu sorsam mı acaba?" boyutuna getirebilirsiniz. İnsanlarının çoğu iyi niyetli insanlarla SAF diye dalga geçerler ama belkide o insanlar kendileri için en iyisini yapıyorlar. Polyanna olmak ve mutluluk oyunu oynamak gerek belki de bu dünyada. Diğer şekilde açıkçası hiç çekilmiyor yaşamak. 
Programda Robin Williams'ın intiharından da bahsettiler. Doktor Robin Williams'ın ölmeden kısa bir süre önce söylediği sözün bir yardım çağrısı olduğunu söyledi, bahsettiği söz(sözü tam hatırlayamıyorum ama): Şu dünyada en kötü şeyin yalnızlık olduğunu düşünürdüm ama en kötü şey insanı yalnızlaştıran bir kalabalığın olmasıymış. Tabi doktor bu sözden sonra depresyon tedavisi hakkında pekçok bilgi de ekledi: Depresyonun sadece haplarla tedavi edilemeyeceğini, iyi bir psikiyatristle yapılan terapilerin daha etkili olacağını söyledi. Terapi fiyatlarının pahalı olduğunu söyleyen hastalarada senelerce kullanılacak bir antideprasan fiyatının terapiden daha pahalı tuttuğunuda söylüyordu. Depresyonun sadece psikolojik olmadığını ve bazı bedensel rahatsılıkların depresyonu tetiklediğini söyledi. 
Programın sonucunuda özetli sunucu olan başka bir doktor(programı en başından itibaren izlemedim): İnsanı depresyona sokan yaşadığı olaylar değil bu olaylara verdiği tepkilerdir(yani tepkilerinizi toparlayın :D ). Eğer hastalıklarda insanın depresyona girmesini sağlıyorsa hastalıklar karşısında umutsuz olmamak gerekiyor. (Verdiği örnek)Doktora gidip fıtık olduğunuzu öğrenince "Al işte, hayatım bitti şimdi. Artık hareketimde kısıtlanıcak" demek yerine fıtık olmasına rağmen fıldır fıldır etrafta gezip dolaşan neşeli insanları düşünün çünkü diğer şekilde sadece hayatı kendinize zehir edersiniz ve iyileşeceğiniz varsada siz sürekli kendinize iyileşemeyeceğinizi telkin edeceğinizden dolayı daha da kötüleşebilir durumuz(kendi yorumlarımı da ekledim :D ) 
Böyleydi yani. Bir şeyler kattı bana bu program bu sebeple mutluyum. Ama aklıma takılan bir şey daha var. Sanatkarane olsun diye melankolik melankolik şiirler, şarkılar, kitaplar(v.s.) ne arkadaş ya! Tamam bazısı çok güzel oluyor gerçekten ama ne katıyor insanlara? İkiside ölümcül hastalığa yakalanmış iki gencin aşkı vıdıvıdıvıdıdvıdıdıdıvıdıdvıdıvdı Hayat zaten yeterince problemli ve biz buna karşın mutlu kalmaya çalışırken ekstra şeyler gerekmiyor. Ki buna rağmen bu tip şarkılarla, filmlerle de halen ilgilenebilir insanlar ama en azından onların hayal ürünü olduğunu ve içselleştirmemek gerektiğini de bilmek gerek. Kapiş! :)

Mutlu akşamlar efendim :))))
Öyle işte ^^
Edit: Polyanna'nın mutluluk oyunu kısmına bir dipnot düşme gereği hissettim. Mutluluk oyununu abartıp bütün kötü olaylara kör olmamak gerek. Önce akıl süzgecinizden geçirin zararı olabilecekler, olmayacaklar gibi. Sonra mutluluk oyununa küsmeyin aman ha :D 

2 Eylül 2014 Salı

Fındık İşi(The Nut Job) - İzlendi

Anlık mod değişimlerinde rekor kıracağım neredeyse :D Önceki yazımı çok kaleye almayabilirsiniz isterseniz :D
Başlıktaki animasyona BA-YIL-DIM!!! Harikaydı :) Bilmiyorum herkes beğenir mi ama ben çok beğendim :) Ben altyazılısını bulabildim sadece ama dublajlısını bulunca minik kardeşimle beraber tekrar izleyeceğim :) Sizde alın veletleri etrafınıza ya da nasıl isterseniz izleyin bu animasyonu :) En çok beğendiğim karakter animasyondaki bir sıçan oldu :) Filmde beğendiğim diğer bir ayrıntı ise bitişindeki klip :)
Bu yaratığı gördüğümde verdiğim tepki "ÇOK TATLIIIIAAAĞĞĞĞĞ" oldu :D

Bu da bahsettiğim bitiş klibi :) Merak eden olursa diye söylüyorum animasyonun ekibinde Korelilerde var :) Çizimleri de çok hoşuma gitti; kendine özgü :)

Böyleydi işte. Bir animasyon izleyipte modu değişebiliyormuş bir insanın :D Şimdi annemle film izleyeceğiz :) 

Öyle işte ^^

Bahanelere Sığınan Ben.

Üstünde kalem olan bu turuncu işrate basmayı sevıyorum ama yazmadığım süre boyunca o tuştan gözlerimi kaçırdım hep. Yazılarımı aklımda yazıp bitirdim hep o süre boyunca, hastalıklarla ve sinir bozukluklarıyla boğuştum ve halende boğuşmakta olduğum farklı farklı rahatsızlıklar ve sinir bozuklukları var. Bloğa hastalıklarımdan bahsetmekten ve hasta olduğumu yazmaktan sıkıldım ama öyle olduğumda ilk onu yazıyorum bloğa, sanırım bu bahanenin arkasına sığınmak kolay geliyor, bilmiyorum...
Daha önce bloğumda yazdığım bir yazımda yorumlarda bana kötü hissettiğin zamanlar neşeli şarkılar dinle denilmişti ama her seferinde benim elim slow şarkılara gidiyor ve onlarda genelde melankolik şarkılar oluyor. Var mı bildiğiniz slow ama neşeli birkaç şarkı?
Konuyla alakasız ama erkekler güçlü ve ayaklarının üstünde duran bayanları sevmiyorlar. Sevmek kelimesini genel anlamda kullanıyorum; gerek iş yaptığı bayan gerek başka durumlarda o bayan sert ve kararlıysa genelde erkekler hakkında hep aşağılayıcı konuşuyorlar hatta ellerine geçse öldüresiye dövecekler. Bayanlar mı yanlış şekilde otoritesini gösteriyor yoksa bu erkeklerin kaldıramama durumu toplumun "kadın  sözünü dinlememek" düşüncesini empoze etmesinden mi kaynaklı?
Yorgunum, halsizim şimdi de film izlemeye geçiyorum. Bildiğiniz güzel komedi filmi var mı(mümkünse abzürt sahnesi olmayan) 0 lardaki moralimi yükseltecek?
**Kızın sesi çok güzel :)

16 Ağustos 2014 Cumartesi

Robin Williams...


Robin Williams'ın ölümünü duyunca üzüldüm. E tabi ölüm duyunca sevinmek insani bir tavır değil zaten ama benim üzüntüm çok farklıydı bu durumda çünkü intihar etme ihtimalinden bahsediliyordu sonra otopsi sonuçlarında da intihar ettiği açıklandı. Filmlerinin hepsini bilmiyorum ama genel anlamda filmlerindeki rolleri neşeli, motive edici yani hep pozitifti. İnsanlara umut veren, pes etmemeyi öğütleyen rollerdi ve ben böyle bir insanın depresyonda olup, uyuşturucu kullanıp bir de üstüne intihar etmesini duyunca şok geçirdim. Robin Williams başkalarına bu denli iyiliği anlatmaya çalışırken onların hayatlarında birşeyler değiştirmek için çabalarken kendi hayatını ihmal etmiş, kendinden fedakarlık etmiş gibi geldi bana. Üzüldüm çünkü kısacık hayatlarımızda bu denli büyük bir fedakarlık çok fazla. Fedakarlık ederek her yanından bir parça eksilttiği hayatını da sonunda kendisi bitirdi maalesef. Bu kadar fedakarlığa değer miydi bilmiyorum...

Öyle işte...

8 Ağustos 2014 Cuma

Biraz Benden Biraz Dünden :)

Bir önceki yazımda bahsettiğim ruh halim uzaklaşıyor benden(Şükür...)
Şuan üzerimde erken gelen sonbahar havasının solgunluğu ve uyuşukluğu var yalnızca.
----
Dün vesikalık çektirmeye gittim ve çekilen fotoğrafımı pek beğenmedim(kim vesikalığını beğenmiştir ki şimdiye kadar :D ). Flash patladığında gözüm kapalı çıkmasın diye ardına kadar açıyorum gözlerimi bu seferde manyak gibi gülümseyen birisi oluyorum. Normal gülümsemeye çalışınca yapmacık duruyor suratımda çünkü açıkçası gülmekte istemiyorum. Öyleydi. Fotoğrafçı kız sağolsun çekip çekip bana gösterdi resimleri, bende kötülerin iyisini seçtim işte aralarından :D Yalnız sonra fotoğrafa nasıl bir shop uygulamışlarsa artık resmime baksanız sanırsınız ki 27 yaşında falanım. Suratımda yalnızca yanağımdaki ince gülümseme çizgisini bırakmış :O Birde bu resimle kütüphaneye üye olacaktım; açıkçası üye olasım kaçtı :/ Neyse belki sonra tekrar resim çekinirim ya da gider bu resimle üye olur sonra da kütüphane kartımdaki resmime sticker yapıştırırım :D
---
Dün baya dolu bir gündü. Çarşıda saatlerce gezdik ablamla :D Mağazalar bayram ve tatil sezonu satacaklarını satınca deli gibi indirim yapmaya başladı, e haliyle uzun zamandır alışveriş yapmayan ben, gidip dolabıma yeni bir iki parça kıyafet alayım dedim. Lc, Koton ve DeFacto'ya gittik. Lc'de beğendiğim bir kaç kot tunik oldu, fiyatları yine saçmalık derecesinde yüksek diye almadım; sonuçta Lc pek çoğunuzun bildiği gibi pekte kaliteli bir mağaza değil, e bende gidip birkaç aya rengi solacak ya da garip boyamalarından dolayı her giydiğimde üstümü başımı mavi renk içinde bırakacak(ciddi ciddi tuniğin üzerine boyama yapabilir yazmışlar :D ) bir tuniğe kusura bakmayın 50 lira veremem. DeFacto'nun son ürünlerinde ilgimi çeken hiç birşey olmadı resmen. Koton'a gelirsek. Kıyafetlerini çok kaliteli buluyorum ama feci yüksek fiyatlarından dolayı sadece sezon sonu indirim zamanlarını beklediğim mağaza oluyor kendisi. Hele birde Konya'da 5 katlı bir şubeleri var :D Ablamla çıktık en yukarı kata ve başladık kucağımızı doldurmaya :D Hayır hepsini alacağımdan da değil, dolabımda sayılı kıyafetim vardır benim. Zor beğeniyorum ve kabine girmişken deneyeceklerimin hepsini deneyeyimde çıkayım çabasında biriyim. Tabi birde Koton'un tasarımlarını(hepsini değil tabi ki :D ) çok beğenince kucağım baya bir doldu. Erkek bir görevli yanımdan geçerken bakakaldı :D Sadece o olsa yine iyi, iki tane kız yanımdan geçerken aralarında "Ayy~~ Kıza bak, kucağını nasıl doldurmuş" diye ağızlarının kenarlarıyla ayak üstü dedikodumu da yaptılar :D Sonra ne mi oldu? Kabine girdim ve elimde bir tişörtle çıktım. Kıyafetlerin kimisi kısaydı kimisi istediğim gibi durmadı. Kararsız kaldıklarımında resimlerini çektim ve eve geldiğimde anneme gösterdim, birisinde karar kıldık. İndirim bitmeden tekrar uğrayabilirsem alıcağım onu :) Alışverişe gittiğim hiçbir zaman elim kolum aldığım kıyafetlerimle dolu dolu olmadım, ihtiyacım kadar almayı tercih ediyorum(Hayır, ihtiyaçlarla istekler aynı anlama gelmiyor :D ) ve kıfayetlere yüksek paralar harcamayı da sevmiyorum onun için daha çok indirim zamanı alışveriş yapıyorum. Bilinçli tüketici olalım lütfeen :) Ha birde Koton'u o kadar övdüm ama çok sinir olduğum bir kaç yanı da var: Öncelikle erkek ürünleriyle bayan ürünelrinin arasında devasa farklar gördüm ben(kadınlar daha kolay harcıyor diye midir endir bilmem) birde kolye ve bileklikleri su veya ter değdiğinde bronz rengine dönüyorlar. Bugün müşteri hizmetlerini arayıp görüştüm kadın resmen başından savdı beni. Neymiş, benim alışveriş yaptığım şubeye mail atmış gidersem benimle ilgileniceklermiş. Ben soruyu kadına soruyorum o ise oradaki görevlilerle görüşmemi söylüyor bana -.-"
---
Dün havuza da gittim :) 3-4 saat yüzdüm, kardeşim ve kuzenimle oyun oynadık havuzda. 8 yaşındaki kuzenimden farklı bir dalma yöntemi öğrendim :D (yüzme dersleri alıyor da velet :D )
---
Sonuç olarak akşama perti çıkmış bir Zen vardı ortada. Sabahki uyuşukluk nedenlerimden biriside dün yaptıklarım olabilir :)
---
Burada işimi bitirir bitirmez yemek yiyip test çözmeye gidiceğim ama Studio Ghibli'nin animasyonlarının müziklerini dinleyip durmaktan pek bir animasyon izleyesim var(Studio Ghibli'nin neredeyse bütün animasyonlarını tekrar tekrar bıkmadan izledim ve bazen böyle canım bir daha izlemek istiyor :D ) Özellikle de "Dün Gibi" yi :) (Çünkü sabahtan beri o animasyonun müziklerini dinliyorum :D )



Öyle işte :)

3 Ağustos 2014 Pazar

Çok Mu Ütopik/Çok Mu Karamsar... #3

Ne zaman iyi bir şeye girişsem illaki sevdiklerim de bundan yararlansın, o iyi olan şey onların hayatlarında da iyi değişikler yapsın; hayatlarındaki yorgunluk hafiflesin istiyorum. İlk başlarda söyledikleri her bahaneye, çıkardıkları her sıkıntıya göğüs gerip onlarında aslında bunu istediğini görebiliyorum, ellerinde tutup bu yolda yürümelerine yardımcı olabiliyorum (en azından çabalıyorum). Fakat sonra yoruluyorum; kendi sorumluluklarımla beraber pek çok kişinin sorumluluklarını yüklenmekten, sıkıntılarını kendi sıkıntımmışcasına düzeltmeye çalışmaktan. Sonra kendimi de yavaş yavaş o iyilikten uzaklaştırıyorum. Sonra herşey ama herşey arapsaçına dönüyor; agresif, mutsuz, yaptığı işleri usanmışlıkla alt üst eden biri oluyorum. Bu dediğimi uzun süredir yapıp duruyorum hem de o kadar uzun süredir ki ne zaman bu huyun karakterime yerleştiğini hatırlamıyorum bile. Bu sefer böyle olsun istemiyorum ama ne yapacağım onu da bilmiyorum. Boğuluyorum...
-----
Yukarıdaki ruh halim geçiyor gibi(yeni yazmadım yukarıdaki yazıyı). Sanırım çözümü az çok bulmaya başladım. İlacım düşük doz bencillik olabilir belki. Aklıma da başka birşey gelmiyor...
-----
Şu aralar kolayıma kaçıyor diye instagram'da takılıyorum(Sağ sütundan instagram sayfamı bulabilirsiniz). Ama açıkçası orada daha yeni sayıldığımdan sanırım çok fazla sıcak hissedemiyorum maalesef... Boşluk yaşadığım anlarda bloğa yazmak instagrama yazmaktan daha çok rahatlatıyor beni. Keşke bloğumu daha sık güncellesem. Tabi keşke demekle olmuyor bu olay istiyorsam icraate geçmem lazım ama bilmiyorum. Ne zaman bilgisayar başına geçsem bir sürü blog okumak istiyorum, bir sürü yazı yazmak istiyorum. Belki adamakıllı bir sınır koyabilsem daha sık blog yazabilirim. Bloğun ve buradaki gerek yazılarını okuduğum gerek yorum yaptığım herkes ve bana yorum yapanlar ya da en azından bloğumu okuduğunu hissettirenler aslında çok değerli benim için. Bunu da söylemek istedim
-----
4 günlük bir tatildeydik. Aslında tam olarak tatil değilde gezi diyelim. 4 gün boyunca şehir gezdik. Oralar hakkında yazı yazmayı planlıyordum ama emin değilim şuan. Yazarım umarım. Şu üzerimdeki saçma yorgunluğu atmam gerekiyor ama.
(Dinlediğim şarkılar genelde sözleri yerine melodisine, tınısına göre seçiyorum.)
(Normalde Müslüm Gürses dinlemediğim halde bu parçasını "Neredesin Firuze" filminde duyunca kapıldım gittim şarkıya.)

Öyle işte...

13 Temmuz 2014 Pazar

Mim: Nedir Ne Değildir?



Pofuduk beni mimlemiş, e bana da yapmak düşer :)
Pofuduğun mim yazısı için tık tık
Poduğun bloğu için tık tık
Blog açma hikayen nedir?
Umm.. En başından başlarsak ben 2. sınıftan beri blog yazıyorum. Lise 2 değil bildiğiniz ilköğretim 2. sınıf :D Amaa Blogger değil Blogcu'yu kullanıyordum. Hatta adım FULORA idi(Flora diye başka bir blog olduğu için Fulora yapmıştım :D ) :D Hatırlıyorum Bir ara aynı anda 3 blog yönetiyordum(birisi yemek bloğuydu, biri normal istersem yazı istersem resim paylaştığım bir blogtu, diğeri de sanırım müzik bloğuydu) :D Sonra neden hatırlamıyorum kapattım bu blogları ve Blogger'da bir blog açtım ama Blogger bana çok karışık ve zor geldi bir de sıkıcı(o zaman bu kadar çok yaşlarıma yakın Blogger yoktu Blogcu daha meşhurdu.) ve o bloğumu da kapattım. O aralıkta blogla alakayı kesmiş olmam lazım, emin değilim. Sanırım o aralıkta Facebook'a merak salmıştım(günlük tutmamanın kötü yanı işte, hatırlayamıyorum pek çok şeyi :/ ). Yaş sınırından 1 yaş küçük olmama rağmen Facebook hesabı açmıştım v.s. v.s. Birkaç sene sonra tekrar blog açmak istedim ve Blogcu'ya döndüm fakat Blogcu değişmişti, eskiden şablonun o karmakarışık dili olmasına rağmen şablon ayarlamakta ustaydım ama o aralıkta unutmuşum. Blogcu'da şablon ayarları da değişmişti zaten, tanıdığım pek çok blogcu bloğunu kapatmıştı. Sonuç olarak baktım böyle olmayacak Blogger'a tekrar bir bakayım, zorsa zoru da başarırık didim :D (Tabi o sırada annemin Blogger kullanmasınında buna biraz etkisi oldu :D ) Yani anlayacağınız senelerce blog yazmaktan vazgeçememiş ben işte buradayım :) Çok uzun yazdım ama pekte kısa değildi hikayem :)

Bloğunun ismi nereden geliyor?
Blog adresimdeki isim: Happy Little Red Riding Hood = Mutlu Küçük Kırmızı Başlıklı Kız
Bloğumu açacağım sıralarda internetten bilindik masalların ingilizcesine bakıyordum ve Kırmızı Başlıklı Kızın ingilizcesi o kadar ilginç gelmişti ki bana bunu blog ismim yapmalıyım dedim. Ama bu isim daha önce alınmış olduğundan dolayı başına bir de "Happy" ekledim :)
Hesabımdaki ismim(yani nickim): Altın Zen
Daha önceden nickim (=^_^=)Zennn~~ idi. Google bir sürü yenilik yaptı Google+ gibi bir şey çıktı ortaya o arada bu ismimi  kabul etmedi(Kimsin sen Google. Amcalığını bil, seni ilgilendirmeyen her şeye karışma beee!! :D ). Ben o aralar Zen'i altın demek sanıyordum(Zen=kadın mış sonra öğrendim), bu sebeple Altın Altın anlamına gelsin diye Altın Zen yaptım. Aslında Altın Kadın oluyor, o da güzel :)

Hangi mevsimi seversin?
Ben bütün mevsimleri severim: Kışdayken yaz ve ilkbaharı özlerim, yazdaykense sonbahar ve kışı :D Tabi anın tadını çıkarmak diye birşey de var. Yani yaz mevsimindeyiz şuan ama hem sıcaktan hoşlanıyorum hem de kışı da isteyebiliyorum. Arada da diyorum sonbahar olsada fena olmaz hani :D Sonbaharda da gökyüzü çok güzel oluyor meselaaa. Kısaca mevsimler konusunda çok şıpsevdiyim :D

Bu mevsim sana neyi çağrıştırıyor?
En sevdiğim mevsim cevabına göre veriliyor sanırım bu cevap. Bütün mevsimler dediğime göre cevabımda 4'nün ortağında çağrışım yapan şey: Gökyüzü. Çok incelerim ben gökyüzünü :)

Kırmızı ruj mu eyeliner mı?
Eyeliner :) Harika bir makyaj hilesi yahu o: eyelinerı sürmeyi becerebilen kişilerin gözlerine dikkat edin bir, böyle ağır ağır bakışlar veriyor insana. Bir esrarengizlik bir esrarengizlik ayyy :D Dışarıya makyaj yapan birisi değilim ama övünmek gibi olmasın güzel sürerim eyelinerı :D 

Blog yazmak sana neler kazandırdı?
Diksiyonda neredeyse hatasız bir konuşma(nasıl yazıyorsam öyle konuşuyorum), değerli blogger arkadaşlar, yazmak konusunda yetenek, okuduğum ilginç bloglarla bilgi v.s. bir sürü bir sürü artısı oldu :)

Kitap okumak mı bir şeyler yazmak mı?
Son okuduğum kitap biraz okumaktan soğuttu beni(Gogol - Dikanka Yakınlarındaki Bir Çiftlikte Akşam Toplantıları, yazısını yazmayı düşünüyorum en kısa zamanda) ama yine de kitap okumak :)

Şiir mi, roman mı, hikaye mi?
Hikaye tabiki, hele bir de Edgar Allan Poe ise :)

En çok etkilendiğin film?
Beni etkileyen çok film var ama şuan aklıma gelen film Patch Adams.

Hangi tür kitap/film?
Kitap: Fantastik, polisiye, klasik.
Film: Aile, komedi, eski zamanları anlatan filmler.

Öğrenci olmak mı iş hayatı mı?
Öğrenci olmakta güzel ama hayalimdeki işi yapabilirsem iş hayatı :)

Kitap okumak mı film izlemek mi?
Filmler bana çok kısa geliyor, bitiklerinde üzülüyorum :D Bu sebeple kitap okumak.

Klasik giyim mi spor giyim mi?
Ben genelde ikisini karıştırarak kullanıyorum. 

Almaktan asla vazgeçmeyeceğim şey?
Pofudukla aynı cevap: kitap, kalem, defter ^^

En sevdiğin yemek?
Ben yemek ayırt etmiyorum pek yaa :D

En sevdiğin dizi?
Benim çok fazla sevdiğim dizi var amaa.. O zaman en son izlediklerim arasından favorimi söyleyeyim: HANNIBALLLLLLLLL!!! :D

Özel yeteneğin olsa bunun ne olmasını isterdin?
Uçabilmeyi isterdim; dedim ya gökyüzünü çok seviyorum ^^

Hasta olmanın en kötü yanı nedir?
Hastalığım neyse sebep olduğu şeyler(baş ağrısı, miğde bulantısı v.s.) ve bunlardan kaynaklı yorgunluk.

Alınacak listen var mı?
Var; en başta kitap listem geliyor hatta.

İlk aldığın makyaj malzemesi?
Ben değil halam almıştı. Bimden makyaj seti; farı, ruju ve allığı vardı.

Bu kadaar :) Sıla'yı etiketliyorum. Her mimi de sana paslıyorum Sıla ama bu seferki sebebim yazı yazmaman. Yazsana yahu :D Tamam biliyorum köydesin ama dönünce kesin yap ;)
Sıla'nın bloğu için tık tık 

Öyle İşte ^^

9 Temmuz 2014 Çarşamba

Hayıııırrr!! Hayır! Allah'ım Lütfen Olamaz!!!

Panik bir başlık biliyorum ama yaşadığım olayda gayet panik ve benim başlığımı yaşadığım bir olay. Nooldu analatayım hemen:
Kardeşime telefonumu vermiştim dizi izleyecekti. Diziyi izlemek için girdiği site telefonumu resmen reklam bombardımanına tutmuş ve bolcada virüs bulaştırmış. Ben bunu nasıl mı anladım; video izlerken ekranın gidip geldiği hatta hiç gelmediğini görünce anladım. Hemen Samsung Servisi'ni aradım görevli bana telefoumun kendisindeki videolarda da aynı bozukluk varsa muhtemelen telefonumun virüs kaptığı ve telefonumdaki verileri yedekleyip fabrika ayarlarına döndürerek format atabileceğimi söyledi tamam dedim. Baktım telefonumun kendisindeki videolarda da aynı sıkıntı var geçtim bilgisayarın başına. Telefonumdaki binlerce resmi ve müziği(yığınlarca müzik) bilgisayara atıp tarama yaptım. Sonra gittim mal gibi format atmaya geçtim hemen. Neden mal gibi: Çünkü ne numaraları sim kartına taşıdım ne de verileri yedekledim. Sim kartına taşımak aklıma gelmedi o aceleyle. Verileri yedeklememe sebebim de telefondaki verilerin hepsinin google hesabıma yedekleneceğini söylemesiydi. Bende sandımki telefonumdaki kişisel bilgilerde google hesabıma kopyalanacak ve yedekle şıkkını da işaretlemedim sonucunda. 
SONUÇ= 
-Telefonumdaki yaklaşık 120 tane telefon numarası ortada yok(Allah'tan son aramalar silinmemiş önceki telefon güncellemesinden kalan. Numaraları Cia programıyla geri bulmaya çalışıyorum işte -.-")
-Telefonumdaki notlar ortada yok, içinde; yemek tarifleri, şifreler, wifi şifreleri v.s. bir sürü şey vardı.
-Telefonuma yaklaşık 1 yılda sağlayabildiğim gayet rahat düzenim altüst oldu.
OLUMLAMA YAPARSAK=
-Babamla annem "Mustafa İslamoğlu'nun 15 yıllık tefsir çalışmaları da silinip kaybolmuş, dert etme çok büyük bir şey kaybetmedin en azından" dediler. Ama ben halen derlirecek gibiyiiiim T.T
ALINAN DERS=
-Kesinlikle ama kesinlikle uygulamalar harincinde telefondan video, dizi, film falan izlemiyeceğim ve izlettirmeyeceğim.(Uygulamalarım: Youtube ve DiziTV HD) Babam dizi, film izleyeceğimde işimi bilgisayardan yapmamı söyledi zaten. Şuan bilgisayar gözümde zırhlarını giymiş bir şövalye gibi yemin ederim, hiç bir darbeden etkilenmeyen her türlü virüsle çarpışabilen(sinirden beynim bulandı, saçmalıyorum...)
-Telefondaki numaraları sim kartına da kopyalayacağım.
-Bir daha format olayım olursa yedekleme işlemini yapacağım.
-Telefonuma adamakıllı bir virüs programı yükleyeceğim.
 SORULAR=
-Samsung Galaxy S4'e uygun virüs uygulaması bilen var mı ya da direk Android'e uygun bildiğiniz iyi uygulama var mı? 
-Eski sim kartımdaki numaraları telefonuma aktarmıştım daha önce, şuankinde zaten numara yok. O numaralara başka ulaşabileceğim mucizevi bir yöntem bilen var mı?
-Samsung telefonları nasıl yedeklenir? Hani İphone'lar Apple kimlikleriyle yedeklenir ya bu telefonlarda da var mı böyle bir özellik?
Bilginiz varsa lütfen sorularım konusunda yardımcı olun :(

Şu saatten sonra yapabileceğim tek şey gidip lol oynayarak kafa dağıtmak, zaten test düzeni falanda kalmadı ramazan girince. Dellendim valla offf!!!

6 Temmuz 2014 Pazar

Yaşıyorum İşte :]

 (Şampiyon: Orianna, Kostüm: Bıçak İşi Orianna)
Kaç gündür elim klavyeye gitti geldi blog yazmak için ama bir türlü yazamadım bir şey; hem aklıma fikir gelmedi hem de ne bileyim yazamadım işte. O sıralarda ne yapıyordum peki? Deli gibi lol oynuyordum :D Psikopata bağladım resmen. Bir şampiyona taktım kafayı onu alıcağımda: Orianna'yı :) Oyunun çizimlerini çok beğeniyorum; gerçekten kaliteli çizimleri. Gittim şampiyonlar ve kostümleri arasından en beğendiklerimi seçtim. Sonra onların arasından da çizmek için orianna'nın kostümünü seçtim :) Ara ara oturup iki çizik atıp kalkıyorum ama çok hoşuma gitti bu şampiyonu çizmek :) Çizimim bitince instagram da ve eğer isterseniz bloğumda paylaşacağım hatta kardeşim diyor lol sayfasına yollayalım yayınlarlar diye ama bilmiyorum :D Hayırlısı bakalım :) Çizdiğim resmin orjinalinide ekledim yazıya ^^
Akdong Musician'ın son albümünü dinleyip duruyorum, bloğumdaki güllaç yazısına da eklemiştim o albümden bir şarkı. Bu yazıya da eklemek istiyorum o şarkılardan birisini ^_^
Öyle İşte :]

30 Haziran 2014 Pazartesi

En Samimi Blog Ödülü :)

Çok teşekkür ederim Deep :) Samimiyetimden yakınıp durduğum sırada bu ödülün çok mutlu etti beni :))
Deep'in bloğu için tık tık

Öyle işte :)

29 Haziran 2014 Pazar

Zen Mutfakta ^.^ #2 -Güllaç-

Ramazan gelirde güllaç yapılmaz mı :) Deep'in isteği üzerine güllaç yapımından bahsedelim biraz :) Aslında çok kolay yapımı ben de dün ilk kez yaptım hatta yaparken de anneme kırk defa soru sordum ayrıntılı ayrıntılı :D Mutfağa her girdiğimde bilmediğim bir şey oldumu anneme soru yağmuruna tutuyorum hep zaten :D
Tarifi benim gibi ilk defa yapan olabilir diye ayrıntılı veriyorum tabi ki :)

Malzemeler(Orta boyutlardaki bir borcama göre):
-Güllaç(Kaç kişi olduğunuza bağlı güllaç yaprağı kullanabilirsiniz. Ben yaparken çok büyük olmayan bir kap kullandığım için yüksekliğine bakarak yerleştirdim saymadım, sizde ince ya da kalın nasıl isterseniz o kadar kullanın güllaç yapraklarını)
-1,5 L süt
-2 su bardağı toz şeker
-Çekilmiş ceviz, çiğ badem, fındık v.s. ne severseniz. Ayrıca toz antep fıstığı ve hindistan cevizi de kullanabilirsiniz.
-Süslemek isterseniz; muz, çilek, nar, şeftali, üzüm, kiraz v.s.
-Hoş bir tad eklemek isterseniz gül şeberti kullanabilirsiniz.(Gül suyu kullanan var diye biliyorum ama hiç denemedim gül suyunu. Gül şerbeti çok güzel bir şey, dondurmada bile çok güzel duruyor.)
(Şuan bitti ama daha önceden bu gül şerbetini kullanıyorduk, benim çok hoşuma gidiyor.)

Yapılışı:
Öncelikle güllacımızı yapacağımız bir kap seçiyoruz, borcam gibi bir şey olabilir. Önemli olan derinliği olması kabın biraz. 
Sonra 1L sütü ve 1,5 su bardağı şekerimizi tencereye boşaltıyoruz. Bu ikisini iyice karıştırıp kaynatıyoruz. Şeker tabanda kalmayana karıştırın sonrasında karıştırmanız gerekmiyor. Süt kaynadıktan sonra (süt daha sıcakken) çok az güllacı yapacağınız kaba dökün ve üzerine güllaç yaprağının bir kısmını koyun(Güllaç yaprağı muhtemelen tepsinizden daha büyük kalacak, yaprağı istediğiniz gibi parçalara ayırabilirsiniz rahat olun :D ). Yaprağın üstüne yine biraz süt dökün(ıslanacak kadar) sonra üzerine başka bir yaprak. Bu şekilde süt bitene kadar devam edin. Ayrıca çekilmiş kuruyemiş ekleyecekseniz, iki yaprakta bir çekilmiş kuruyemiş serpin. Çok severseniz çok, az severseniz az dökün. Ben çiğ badem, ceviz ve çiğ fındık çekmiştim makinede onları serptim. Sonunda tencerede kalan sütü de üzerine dökün ve beklemeye bırakın. Güllaç yapakları o sütü emecekler. 
Yarım saat ya da bir saat kadar sonra kontrol edin güllacınızın sütü epey azalmış olacak. Malzemelerdeki kalan yarım litre sütünüz ile yarım su bardağı şekerinizi tencerede karıştırıp kaynatın ve azar azar ekleyn güllacınızın üzerine. Bu iş o kadar göz kararı gidiyorki. Çok fazla dökmeyin sütü o yüzden. Ara ara kontrol edin güllacınızı sütü çok emerse yine şekerli sütten dökün biraz daha. 
Güllacınız ılıyınca buz dolabına alıp iyice soğumaya bırakın.

Güllacınızı süslemek ve farklı tadlar eklemek isterseniz, malzemelere yazdığım ekstraları istediğiniz şekilde uygulayın. Toz antep fıstığı döken de var ama ben nar ve toz antep fıstığını pek sevmiyorum güllaçta, tabi keyfiniz bilir :)
Afiyet Olsun :)
Süsleme konusunda fikir olsun diye internetten bir kaç da resim buldum size :)

Öyle işte ^^

28 Haziran 2014 Cumartesi

Başlık Bulamadım ki :)

 Samimiyet. Benim en büyük problemlerimden birisi sanırım. Duygularımın dışına giydiğim zırhım isteyerek engel oluyordu samimiyete ama şimdi eksikliğini hissetmeye başladım. Önceden sadece bana zararı dokunan insanlara karşı korunmak için kullanıyordum bu zırhı ama sonralardan yakınlarıma karşı bile kullandığımı farkettim: istemeden... Bu konuya artık bir çözüm getirmem gerek. Bazen diyorum keşke ağzımdan dökülen sempatik sözler yapmacık durmasa bende...
Çok fazla uğraşıyorum kendimle brazda derslerle uğraşayımda o katkı yapsın bir şeylere değil mi :)
Baya baya 3 saattir blog okuyorum ben yaa :) Melankoliliğimin su yüzüne çıkmasını sağlayan etmenlerden bazıları susuzluk, yorgunluk hissi ve okuduğum bazı bloglardaki melankolikliği tetikleyebilen yazılar olabilir. Gözlerimin hali de kalmadı tabi -_- Neyse ben gidip güllaç yapayım sonra da test çözeyim bari :) Size de dinleyin diye şarkı bırkıyorum hee :) (Melankoliyi bırakıp hareketli şarkılara dönmek gerek :) )
Şu ara eski şarkılara dönüyorum: 2000 lerin orta ve başında geziyorum şuan, bakalım nereye kadar geriye gideceğim :D
Geçen Cranium oynuyorduk ev halkıyla ve orada oyunda bu şarkı çıkmıştı. Şarkıyı mırıldanarak grup arkadaşlarının bilmesini sağlamaya çalışıyorsun işte öyle bir şey :) Ha oyunda tabi şarkıyı söyleyenin ismi Sarp değil de asıl şarkının sahibi Tanju Okan idi :)  (Cranium harika bir oyun yaa, bu oyunu oynayınca tabu da neymiş dedim yani :D )

Öyle işte ^^

Dip Not: İnanmıyorum, böyle bir şapşallık yapabilir miyim yaa !!! Bir hikaye yazmaya çalışıyordum daha tamamlamamıştım, taslak kaydetmek yerine yayınlamışım! OFFFF !! -.-"

Yerin Dipinde Not: Yazıyı yazarken artık oruç nasıl çarpmışsa beni şarkıyı da yanlış eklemişim :D Bu şarkının akustiğini eklemek de değildi amacım. Hoş, akustiği de güzelmiş ama ben asıl rock olanını seviyorum bu şarkının. :) Onu da ekleyeyim buraya da içimde kalmasın :D

26 Haziran 2014 Perşembe

Bu Söz Bana Gelsin...

Bu söz bana gelsin...
Sızlanmayı bırakıp bir şeyler yapmam gerekiyor artık. Gecikmek istemiyorum. Bazı şeyleri düşünmekten kaçmak yerine sanırım onların üstüne gidersem işi bir sonuca vardırabilirim. Başaran insanların hepsi zor şartlarda da değildi ya da hepsi iyi şartlarda da değildi. Mesele başarmış olmaları; hangi şartlarda başardıkları değil. Bu düşüncenin verdiği huzurla da hiçbiri boş boş oturmamış; bir şeyler yapmışlar. Neden ben yapamayayım ya da yapmayayım?

Öyle işte...

24 Haziran 2014 Salı

Pencere Mimi ve İlber Ortaylı :D

Başlığı yanlış anlamayın İlber Ortaylı'yı falan görmedim camdan :D
Deep ve Şeyma beni mimlemişler :)
Deep'in bloğu için tık tık
Şeyma'nın bloğu için tık tık

Blog başından kalkıp pencereyi açıyoruz veya balkona ya da bahçeye veya sokağa çıkıyoruz. Dışarı bakıyoruz. Gözümüze ilk görünen kişiyi inceliyoruz. Cinsiyeti ve üzerindeki giysiyi yazıyoruz, ne yaptığına bakıyoruz.

Balkona çıktım ve gözüme takılan ilk kişi 12 yaşlarında bir kız oldu. Orta kilolarda olan bu kızın saçları açık kahverengi, küt kesilmiş, omzuna kadardı. Üzerinde fosforlu sarı bir tişört altında ise koyu rek darpaça bir kot vardı. Ayağında koyu pembe bağcıklı siyah bir spor ayakkabı vardı. Başka kızlarla beraber yakan top oynuyordu. Oyunda önce topu atan taraftaydı sonra ortaya geçti. Muhtemelen oyundaki en kıvrak oyuncu değildi çünkü diğer kişiler onu değil yanındaki başka bir kızı vurmaya çalışıyorlardı. Yaşıtı pek çok kız gibi kendini havalı göstermeye çalışan hareketler yapıyordu: vücudunun yükünü tek ayağına verip elleriyle bacaklarına vurarak topu atacak kişilerin topu alıp onu vurmaya çalışmalarını beklerken sıkıldığını belli etmeye çalışıyordu v.s. 
Sonra ortada durmaları çok uzun sürmedi hemen kaybettiler ve yine topu atan tarafa geçtiler. O sıra da kızın (muhtemelen)kardeşi geldi vesaire devam etti..

Şuan farkettim 5 dakika kadar herhalde inceledim kızı ve epey şey olmuş ya da ben 5 dakikadan fazla incelemişim :D 

Efekızı ve Sıla'yı mimliyorum :) Bu mimi isteyen başkası varsa o da üstüne alınabilir; onu da mimliyorum ^_^ 

Birde bir şey göstermek istiyorum size :D  İlber Ortaylı Kim Milyoner Olmak İster'i sunarken adamın ifadelerine çok gülüyordum, meğer sadece benim dikkatimi çekmemiş. İnternette o kadar çok capsini buldum ki ve gülmekten öldüm ki :D Aralarından favorim iki tanesini sizinle paylaşmak istiyorum :)
 Random mu gülsem yoksa burayı kahkaha ifadeleriyle mi doldursam bilemedim ki :D 

 Öyle işte :)